28 Mayıs 2020 Perşembe

Oui, C'est Moi

Bu hikaye; ben, kahvem ve kıyametle ilgili. İncil'in son bölümünün adı da zaten Apocalypse güzelim.

BİRİNCİ BÖLÜM

Giriş bölümü: "Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım."
Sonuç bölümü:
Bakımı zor olduğu için umut beslemiyorum.
Çünkü açılmayan pencereleri de duvardan sayıyorum.

"Bir adamın izine yan."

Kaybettiklerimize yakalım, sen benden başla.
"Son sigaranı eskimiş senelere yak."
Son kül tablasında yer arıyorsun.
"Gidip bir gardiyana özgürlüğüm diyorsun."
Ah canımın içi, zaten kırılmış bir kalbi kıramazsın.

"Şişelere deniz koy, gemiler batsın, boğazımıza."
Geminin mutfağında ölmeyi bekleyen ıstakozlar için Titanik’in batması bir mucizeydi.
Herkes kendi gemisini kurtarmanın derdinde.
Biz gemiyi gözden çıkardık.
Batışını izlerken sigara yakıcaz.
Sigara yok.


İKİNCİ BÖLÜM

Bazen o kadar güzel gülüyorum ki, gerçekten mutlu olduğumu sanıyorum.
Bazı şeyler telefonda eksik anlatılır.

"Yara bandı sevdiğin için kendini kesmemelisin."


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

"Kaldırımlar biliyor, bir devir muhteşemdik."
Aslında kasedine sahipken radyoda sevdiğin şarkının çıkması gibi.

Her yönetmen biraz şairdir bence. Tıpkı her fotoğraf sanatçısının olduğu gibi.

"Si no asorva, no abasta." 
(Artmamışsa yetmemiştir.)


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

"Hiç ışık yok farkındayım."


SON BÖLÜM (KAPANIŞ)

elifim noktalandı.

24 Mayıs 2020 Pazar

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Homo Homini Lupus

Beni anlamalısın. Çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum. 

....
Bu kalbin, birini sevmeğe ihtiyacı vardı. Ve sen bunu anlamadın. Ve bana eziyet ettin. Ve eziyet ettiğini bilmedin. Göz yaşımı silmedin. Albay, "Soytarılık etme Hikmet," dedi. Ve ben, senin bilgisizliğinin artmasına izin verdim. Fakat hiçbir şeyi unutmadım. Ve hepsini aklıma yazdım.

Ve sana izin verdim ki, bilmeden yaptığın eziyet artsın. Ve sonunda artık dayanamıyorum diyebilmek için ben de bilmeden bu oyunu oynadım sana. Ve bulaşıkları yıkadım. Ve bütün sözlerimi yarıda kesmene izin verdim. Ben ki, bu konuda kimseye yetki vermemişimdir.

Oysa, elimin tersiyle seni yıkabilirdim. Bıraktım ki, sen kendi sonunu hazırla. Ve bana bütün yaptıklarını bir bir aklımda tuttum. Derler ki tarla kuşu bütün gece öttüğü zaman, tarla faresi bütün ihtiyatı elden bırakır ve yuvasından çıkarmış.

Ve beni deliğimden sen çıkarmıştın. Ve sonra bütün hayallerimi yıktın. Yönetimi eline aldın. Ve sonra birlikte sokakta yürürken, istediğin yerden karşıkaldırıma geçmeğe cesaret ettin.

Ve önce kelime vardı; sen, önce vitrin vardı dedin. Ben konuşurken vitrini seyretme cüretini gösterdin.

Hangi renklerin güzel olduğunu,
hangi şarkılara duygulandığını,
güzel kadının tanımını,
tabloları duvara nasıl asmak gerektiğini,
hangi yazarların büyük olduğunu,
hangi renklerin yanyana gelebileceğini,
ikinci sınıf bestecilerin kimler olduğunu,
misafire pijama ile çıkılıp çıkılamayacağını,
ne biçim bir evde yaşayacağımızı,
duvarları nasıl boyayacağımızı,
hangi gömlekle hangi kıravatı takacağımı,
hangi devlet düzeninde yaşanabileceğini,
hangi devlet düzeninin insan ruhunu öldürdüğünü,

İnsan insanın kurdu muduru,
aşkın ölümsüz olup olmadığını,
dünyanın en büyük oyun yazarının kim olduğunu,
yatağın neresinde yatacağımı,
yatağın neresinde yatacağını,
şu makaleyi nasıl buldun canımı arkadaşların canımı sıkıyor canımı,
ben bu akşam biraz dışarı çıkmak isteyebilir miyim canımı,
o canımı, bu canımı,
her türlü canımı hep önce bana söylettin.

Ve sonra yargılarıma katılmadın. Önce sen söyleseydin ve ben sana katılsaydım. Ve bana tuzak kurdun. Ve bana ilk sözü söyletmekle dönüşü olmayan yola ittin beni. Derler ki hamam böceği, evli çiftler mutlu uykularındayken, yatak odalarının perdelerinde gezermiş. Aslında bütün cadılar, hamam böceği kadar küçül yaratıklarmış. Bütün ecinni tayfası ve ecinni kaptanı, hamamböcekleri ve mutluevlilerinyuvalarınıyıkıcı cadılar, biz uyurken yeraltı faaliyetinde bulunurlarmış. Herkeslerin kulaklarına fısıldarlarmış: Senisevmiyorsevseydi sen kitap okurken sırtını çevirip uyumazdı; senisevmiyorsevseydi sen o filmi anlatırken, ceketinin dışına çıkan gömlek yakasını düzeltmezdi; senisevmiyorsevseydilerin bütün çeşitlemelerini uygularlarmış. Tahtakurusunun salgısında bile, senisevmiyorsevseydiden varmış. Bu nedenle sabah uyandığınızda bileğinizin içini kaşırken, beni gene tahtakurusu sokmuş demenizle birlikte karınızın, hayır canım pire ısırığına benziyor demesi bu yüzdenmiş. Hikmet yorulmuştu. İnsan nasıl durur, bilmem ki, Ve her şeyi bana başlattın ve istediğin gibi bitiremediğim için ha-ha dedin.


Oğuz Atay / Tehlikeli Oyunlar

Buraya Bir Şiir Koydum

...
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak;
sen şahane bir okursun.
Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun.
N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var.
Kendiminkinden kopardım bir parça,
(bende çok boldur)
lazım oldukça ya sabır ya sabır,
dokunursun.

Burada güzel çaylar var.
Bu aralar senin için çok önemli.
Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar.
Demlersin, maksat midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube’dan müzikler,
Bach dinle filan, koydum.
Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin,
koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum.
Kırk dert bir arada canına yandığım,
kırkına birden deva olsun.

Birhan Keskin / Kargo

Ne Anlarsın!

....
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım.

....

Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.

Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
....

Didem MADAK / Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım!

Geçti Mi?

En umutsuz olduğun yerdesin. Kafanı bir yerlere dayamış bir şeyleri dinliyorsun. Kendinden başka her şeyi dinliyorsun. Herkesi de dinledin. Tekrar şaşırdın, tekrar ağladın, tekrar yenildin. Geçer dediler geçmedi. Geçer dedin, biliyorum dedin. Yine de geçmedi. Yemedin, yedin, sigara içtin, çok sigara içtin ama unutamadın. Yalnız kaldın, kalabalıkla taştın, çok konuştun, çok sustun. Çok gezdin, çok uyudun, hiç uyumadın, sadece pencereden baktın. Oyalandın, umutlandın, birazcık bayatladı numaraların. Az okudun, sonra çok okudun. Çok yazdın, çok fazla yazdın. Hem ona, hem kendine, hem insanlara yazdın. İnsanlara anlattın, insanları dinlettin, onları susturdun. Sonra dinlemediler, onlara kızdın. Ağladın, yalnız kaldın, dövündün. bağırdın, kavga ettin, durmadın, yılmadın. en yakınını, en uzağını, en tehlikeli olduğunu, en tehlikeli bulduğunu seçtin. Umutlandın, umutsuzluğa kapıldın. “Beni yalnız bırakır mısınız?” da dedin, “müsaitsen arayabilir miyim?” de. Geçti sandın geçmedi. Ağlamadığını sandın ama gözlerin doldu. Özlemediğini sandın ama içinde acıyan bir şeyler vardı. Anlamlandıramadın, anlamlandırdın ama konduramadın, kondurdun ama yakıştıramadın kendine. Unuttum dedin unutamadın. Unuttum dedin, yalanladın. Unuttum deyince hatırladın. Hatırladıkça kanattın kendini. Anılara sığındın, milyonlarca kez hatırladın, sonsuz kere ağladın. Anıları sevdin, anıları kokladın, onları öptün. Kokuları unuttun, sesleri unuttun, fotoğraflardan yoruldun. Çok dinledin, dinlediklerine ağladın, ağladıklarına kızdın. Kızınca bağırdın, bağırırken sesini beğenmediğinden midir nedir, konuşmak istemedin sonra. Baktın, umutlandın, dayanamadın ama eve gidince yine ağladın. Öğrendin, gördün, geçirdin, kaçırdın, kaçındın, tekrardan yapmadın. Tekrardan kanmadın. Tekrardan kanamadın, hala dirisin. Dinlemedin, okumadın, izlemedin. Fotoğrafları sevmedin, anıları unuttun. Anıları unutunca korktun. Hatırlayamadığın şeyleri özledin. Kokuları, sesleri, mimikleri, jestleri, ellerini unuttun. Kirpiklerini ve göz kapaklarını akıttın önce. Saçları silindi. Sözleri gitti. Elleri yok. Soyutladın, soyutlandın, soyutlattın kendini. Geçti mi? Geçmedi. Geçer dediler, onlarınki geçmiş, hepsi geçer. Tarihleri unuttun, saatlerden bihabersin, şarkıların yok oldu. Omuzlar yok. Hava sisliydi, o yoktu. Varmış gibi yaptı. Sonra şarkılar geri geldi, sözleri hiç yoktu. Müziğe küstün, edebiyata küstün. Çok ayıp ettin. Birisi gelsin de sana sevdirsin diye bekliyorsun. Çok beklersin.

Mayıs Tuzağı

Şimdi burada onca kuşlar uzağında senin
Karlar uzağında, kışlar uzağında.
Mahpus gibidir yani bu gurbet tuzağında.
Bir şeylerin vadesi tükeniyor, hissediyorum.
Gözlerim beyaz çiçekler arıyor yakın.
Beyaz kadar sana kavuşmak var
Beyaz yani iki güvercinin kuş bakışı kadar yakın.
Sevgilim, akrepler arıyor gözlerim
Beni böyle hatırlama sakın.

Şimdi burada onca kuşlar uzağında senin
Yağmur uzağında, çamur uzağında
Hayın bir Mayıs tuzağında
Olmuyor olanlar olduğu gibi.
Organlarım bozuk, bağışla ölüyorum
Az bozuk organlarımı ihtiyaç sahiplerine bağışla.
Görerek, öğrenerek ve iğrenerek öğreniyorum.
Kötüye kullanıyorsun darağacını güzel sevgilim
Bu alkol altlıklı üstsüz sohbetlere
Gel yanıma doğru biraz sevişelim.

Şimdi burada onca kuşlar uzağında senin
Yollar uzağında, eller uzağında.
Sen benim sana zaafımı kötüye kullanıyorsun
Yine gel
Onca kuşlar uzağımdan
Hayın bu Mayıs tuzağından
Gel yanıma yanımdan doğru
Beni böyle hatırlama sakın.



Can Bonomo
Parya Koma (sf. 98)