"Bundan tam 4 yıl önce, üniversitede ilk yılımdı. Yeni gelmiş olmama rağmen, yaptığım organizasyonlarla ve müzikle uğraştığım için okulun çoğunluğu beni tanıyordu. 'Zayi' veya 'Burak' dendiğinde, direk tanırdı insanlar. Yine soğuk akşamlardan birinde, eve dönerken okulun önünde bir kız takıldı gözlerime. Kumral, kendine aşık eden koyu kahverengi, iri gözleri, uğruna şiirler yazılacak dudakları... Yavruağzı bir bluz vardı üzerinde. Uzun saçları beline ulaşmaya çalışıyordu. Öyle bir bakışı vardı ki boşluğa doğru, bir şeyler arıyordu sanki, içinde.. kaybettiği bir şeyleri arıyordu. Arkadaşıma dönüp "Kim lan bu?" diye sordum heyecanla. "Boşa uğraşma Burak, o kız bakmaz sana. Okulun en popüler hatunu, daha yazmaya cesaret edeni görmedim." dedi. Açıkçası baya moralim bozulmuştu. Eve geçtim, hiç aramadım kızı. Yattım yatağıma, gözlerini, saçlarını, dudaklarını hayal ettim. O kadar güzeldi ki. Saf bir güzelliği vardı. Ne yapıp edip tanışmam gerekiyordu. Günlerce akşam dışarı çıkıp, otobüs durağındaki bekleyişini seyrettim uzaktan. Satırlarca söz yazdım onun için, yazıp yazıp yaktım sözleri. Kelimeler yetmiyordu anlatmaya, güzelliğini, hislerimi tarif etmeye uygun ne bir kelime bulabilmiştim ne cümle. 37 gün boyunca o durakta otobüs bekleyişini seyrettim. Ve işin ilginç tarafı geçen 37 gün boyunca bir defa bile internetten açıp kızı bulmaya çalışmadım, sadece seyrettim. Çünkü biliyordum ki o duraktaki bekleyişini, hiçbir yerde göremezdim bir daha. Aynı filmi art arda 37 defa seyretmek gibi bir şeydi bu. 38. günün sabahında, daha fazla dayanamayacağımı farkettim. Konuşacaktım onunla, direk açılmasam da tanışacaktım. Akşam çıkmadan önce en güvendiğim kıyafetlerimi giydim, Camel White paketini cebime koymadan önce bir tane sigarayı yaktım ve çıktım evden. Durağın karşısında durdum, o geldi, attım sigarayı ve ufak adımlarla durağa doğru yaklaştım. Her adımda ayaklarım titriyordu. Derin bir nefes aldım yanına geldiğimde. "Merhaba." deyip, gülümsedim. Kulaklığının tekini çıkardı, "Merhaba." dedi,beraberinde küçük bir tebessümle. Bana ilk gülüşü... Unutulmaz. Durakta sadece ikimiz vardık. "Burak ben, senin için de sakıncası yoksa, tanışmak istiyorum. Bilmem dikkatini çekti mi ama, tam 37 gündür her akşam bu saatte, şu karşıdaki duvarda seni izlerken bir sigara içip, otobüse bindiğinde gidiyorum." dedim. Gözlerimi kısıp, yüzünü, vücudunu inceledim. Mükemmelliğin sembolüydü. Tekrar gülümsedi, "Farkındayım." dedi. "İlk günlerde sapığın teki olduğunu düşünmüştüm ama bir süre sonra bakışlarına dikkat ettim, çok farklı bakıyordun." 1-2 saat sohbet ettik o durakta. Bir akşam evine otobüsle gitmek yerine benimle sohbet etmeyi tercih etti, saat 00.24'ü gösteriyordu. "Kalkalım." dedi, evine bıraktım. Elini sıktım, "Sonra görüşürüz." dedim, "Görüşürüz." dedi. Ben yine her akşam o durağa gittim, sohbet ettik, otobüse binmedik, evine bıraktım. tam 12 gün boyunca, aynı senaryoyu tekrarladık. Bir akşam, yemeğe çıkalım dedim. Kabul etti. Özenle hazırlandım ve çıktım evden, durakta buluşalım dedik. Ayakkabı seslerinden tanıdım, kafamı çevirir çevirmez, ilk gördüğüm gibi heyecanlandım. Masmavi bir elbise, beline kadar uzanmış düz saçlar, yüzünde çok hafif bir makyaj ve içime işleyen o koyu kahve iri gözleri. Uğruna şiirler yazılası kadın... Koluma girdi, yavaş yavaş yürüyerek sahil kenarında bir cafeye geçtik. Yemeklerden sonra, 2 çay alıp sahildeki banklardan birine oturduk. Tek şekerli içerdi çayını, deliler gibi kitap okur, slow müziklerden hoşlanırdı. İlk defa orda konuştuk, müzik yaptığım hakkında, birbirimiz hakkında. Sırtında Fransızca bir dövme vardı, anlamını sordum, biraz zaman geçsin söylerim dedi. Ama araştırmak yok, söz ver dedi. "Söz." dedim. Kokusu, kendine hastı. Daha önce hiç böyle bir parfüm görmemiştim. Tıpkı bebek gibiydi. Slim Monte Carlo içiyordu, dolgun dudaklarının arasında için çekişi hala gözlerimin önünde. Birlikte o kadar çok vakit geçirdik ki, yeri geldi deliler gibi eğlendik, sarhoş olduk,yeri geldi beraber ağladık, aynı evde, aynı yatakta yattık. Dokunmaya kıyamazdım asla. İçimde ona karşı hiç kötü niyet yoktu, sadece seviyordum. Sadece. Temiz, adam gibi seviyordum onu. Sevgili gibiydik ama adımız yoktu. Astronomiye çok önem verirdi. Kova burcuydu. Uğurlu çiçeği Hercai Menekşesi'ydi. Takıntılıydı burçlara. Bir akşam saat 10 gibi beni aradı. "Canım, 1 haftalığına ailemin yanına gidiyorum haftaya buradayım, kendine dikkat, öpüyorum seni." dedi. "Kendine dikkat et." dedim, kapattık telefonu. 1 hafta onsuz ne yapacaktım ? Günler geçmek bilmiyordu. Geleceği günün sabahında, telefonumun sesiyle uyandım. O arıyordu, heyecanla açtım telefonu "Günaydın hanımefendi." dedim. Titreyen bir sesle "Seni seviyorum." dedi ve telefonu kapattı. Ardarda aramama rağmen açılmadı telefonlarım. Bir arkadaşından babasının telefon numarasını aldım ve aradım. "Alo, iyi günler ben Burak, kızınızın arkadaşıyım. Görüşebilir miyim?" dedim. Ağlayarak cevap verdi babası, "Başımı sağolsun oğlum." Telefonu elimden düşürdüm. Her zaman onun beklediği durakta, bu defa ben bekliyordum. Asla gelmeyecek bir otobüsü. Karşımdaki duvara dalmış gözlerimden akan yaşlarla şu cümleleri fısıldadım kendi kendime: "Tırnaklarının ucunda nemli bir slim Monte Carlo olsun, dudağında Chivas sarhoşluğu." O gece yazdım Hercai Menekşesi'nin sözlerini, her cümlesinde onu, geçirdiğimiz vakitleri anlattım. Sırtındaki dövmede de, ne yazdığını hala bilmiyorum. Zamanı gelince söyleceğim dedi, zamanı gelince söyleyecektir. İnanıyorum."
- Zayi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder