adımlarını izlemek gibi
yola bakmadan
masumca, sana güvenerek.
senden evvel ve senden sonrasını bilmem ben
yaşarım tabii ki de ama hatırlamam.
amneziye yakalanmış yaşlı sinir hücrelerimi de rahatsız etmek istemiyorum artık.
sadece adımlarını izlemek istiyorum,
başımı yere dikip gözlerimi kırparak ve bana senle yolculuğumuzu anımsatan kutsal şarkını mırıldanarak.
ansızın saçlarını avuçlayan kuzey rüzgarının bana getirdiği
kokunla takip etmek seni.
izini sürmek,
Küçükpark'tan Kuasar'a.
sana güvenmek bu olsa gerek.
senle derinliğinden emin olmadığım denizlere atlamak istemi aklımı esir aldı yine geçen,
o yüzden giydim kanatlarımı.
çünkü önemli olan derinlik değil de, derinliğin en dibinde neyin olmasıydı.
aklımı kurcalayan o kadar soru var ki,
sana dair.
kimsin, necisin? niye bu kadar sakin ve huzurlusun?
kalbini öyle bir sevgiye atfetmiş gibisin ki,
gerçek sevgi seninki olsa gerek.
ya da sen hiç kimsesin.
belki yemyeşil kırlarda balonu yakalamak için sürekli peşinden koşan çocukların önünde uçan, balonu üfleyerek uzaklaştıransın,
veyahut neredeyse sönecek yıldızın yörüngesine yanlışlıkla bir gezegen fırlatan misketli çocuksun.
deniz kabuğunun melodisi hakkında işitmiş, onu dinlemek için annesinden izin almadan sahile koşan çocuğun ardından orkestrasıyla alelacele koşuşturansın.
seni nasıl hayal edersem, öylesin zira.
odasının perdesinden güneşe göz kırpan çocuğun güneşin gözü ve dudakları zannettiği martısın.
yağmuru arzu ettiğimde bulutları çomağıyla uyandıransın.
sen her kimsen, kocaman bir umutsun.
umudun çekirdekleri çiçek açar gülümsemenle.
cevabını bir türlü bulamadığım soru -
söyler misin bana,
seni böyle gelişigüzel hayal etmek hayalin kendisinden bile daha güzelken,
bir yelkene atlayıp kıyısız denizlere niye gideyim ki?